Saturday, August 19, 2017

SİYİR 1-GÖRÜCÜ

-Kumşeytanı nolacak, yükleyin göçünü bir at arabasına gitsin.
-Kocasının bakmadığına biz mi bakacaz anam!
Dedi büyük gellaba. Kocasıda çaresiz Ayşanın bir kaç parça eşyadan oluşan göçünü bir at arabasına yükleyip, arkasında kalan boşluğada Ayşayı ve kızını oturttu.
-Hadi bacım selametle, sen en iyisi memleketinde dön dedi ve uğurladı Ayşayı.

Onca çeyizle geldiği evden iki kilim bir halı ve bir kaç parça bakırla ayrılan Ayşanın içi burkuldu, “nedi benim herif başımda durmadı, körolasıca, boyu posu devrilesice, ocaam söndü” diye kahırlandı kendi kendine. Ama elden ne gelir, şu dünyada olmadık yok, kul olanın başına herşey gelir. Yükünün arkasına oturunca içine ok gibi birşeyler saplandı ama “Onca akrabaam var, gardaşım var bana sahip çıkarlar” diye düşündü, ve takıl tukul, memleketinin kumlu, taşlı yolunu tuttu.

-------

Dışardan bakınca yerle bir gibi gözüken ama içine girince tek odalı bir ev olduğu anlaşılan küçücük bir toprak evde yaşıyordu Güssüm ile anası. Evin bir oyuğu gibi duran penceresi, ya yanlışlıkla oyulmuş ya da biri sonradan yıkıp “Alın size pencere” diye bir aralık açmıştı sanki. Pencere mi baca mı ne idüğü belirsiz birşeydi. O kadar ufaktı ki gün doğunca içeri ışık zar zor sızıyor, yeni günün başladığı ancak kapıyı açıp içeri güneşin atmasıyla anlaşılıyordu.
Akşamları gaz lambasıyla tek odayı aydınlatıp, gün boyunca bitmek tükenmeyen bilmeyen el işinin devamını yine bu sönük ışıkta ana kız yapıyorlardı. Işık cılız olmasına cılızdı ama birde akşam vakti dışarı sızmasın diye, pencereden bozma oyuğa kara bir örtü tutarlardı. Neme lazım uğursuzu var hırsızı var, yatlısı yaramazı var. Tek başlarına yaşayıp giden ana kız, bırak sırlarını cılız ışıklarını bile sızdırmadan, yok gibi yaşayıp gidiyorlardı.

Odada bir kaç sıra yastığı, Ayşabanın gelinliğinden kalma bir el dokuması halı, köşedede yataklarını gündüzleri toplayıp sardıkları yüklükleri, yüklüğün altında Güssüm için dokudukları bir kaç tülü ve kilim vardı. Sabahları kalkınca yataklarını ve yorganları yüklüğe koyar, üzerinide yine elde dokudukları sumatla sıkıca sararladı. Odanın bir duvarında da, ufak perde gibi gerilmiş çaput arkasında duran bir bacaları vardı. Bu öyle, şimdinin bilindik başında dumanı tüten bacalarından değil, dikdörtgen şeklinde duvara oyulmuş, anasıyla kızının esvaplarını dürüp büktüğü bir nevi dolaptı aslında. Sekaltında birkaç tabak çanak, gaz ocağı, ıprık, leğen ve bir kaç öteberi vardı. İki kişilik ev halkının bütün mutfak eşyaları bunlardan ibaretti, ama sanki çok eşya varmışta dağılmaları muhabilmiş gibi, köşede üst üste derli toplu duruyorlardı.

Başta bir baba olmadığı için Ayşaba onun gesisi yıkar, bunun ekmeğini yapar, koyununu kuzusu sağar, eline verdikleri üç beş kuruşa kanaat edip akrabasının karaltısında geçinir giderdi. Kararltı dediysem, gerçekten de gölgeden öteye geçmeyen bir korumaydı bu. Akrabası, “yalnız kadın içimize alalım, karalım katalım, bu iki kapılı handa o da gelsin geçsin” dememiş. Yok öyle bedavadan yemek, çalışsın ekmeğini taştan çıkarsın demişler. Gerçektende ayşaba ekmeğini kayalardan taşlardan çıkarmış ve eşinin dostunun işçisi olmuş. Kızı Güssümüde gönüllerinin el verdiği her işe sürmüşler. Bu çocuktur, anası zaten gün boyu it gibi koşturuyor bari bunu bırakalım demek yok, kız acızık sivterince Güssümü de o iş senin bu iş benim koşturup durmuşlar. Çocuk nihayetinde, işe koşarşın ama bazen kediye tavuğa takılır işi unutuverir. Olacak o ya Güssümde bir keresinde gurk tavuğun altında yumurta çatladımı diye merak edip başında otura kalmış. Bunu gören evin gelini, güssüme kalk bile demenden beliklerini öyle bir asılmışki çocuğun belikleri elinde kalmış.

Evevlden başta erkeğin yokluğu kadın için tam bir yükmüş. Ne akraba tam sahip çıkıyor ne de çalışmanın tam karşılığı veriliyor. Gün boyu elin işinde gücünde ordan oraya debelenip durmakla geçecek olan bir ömür, birde eşinin dostunun merhametinebağlıydı. Vargücünle çalışmanın yetmediği yerlerde var. Milletin iftirası, kötü gözü ve sözü, canla başla çalışırıken anında zımzık gibi sırtına iniverir. Bunca işin gücün ve dedikodunun arasında, birde elinde kız çocuğu varsa vay haline. Onu elalemin diline düşürmeden el kapısına çıkarmak, Ayşabanın artık yegane amacıydı.

Güssüm artık azıcık daha sivrilmiş ve bu etraftaki konu komşunun ilgisini çekmiş olacak ki eve, kaybolan tavuğunu aramaya, süpürge istemeye, boncuk satmaya gelenler çoğalmıştı. Anası kimini kapıdan çeviriyor kiminede evdeki süpürgeyi veriyor ve bir şekilde uğurluyordu gelenleri. Artık gelenin bahtına bazen kapıya Güssüm çıkıyor, bazende anası. Ayşabayı görenlerde, “Gııy tavuğum kaybolduydu da burda mı diye baktıydım” deyip kös kös evlerinin yolunu tutuyorlardı.

Artık tavuk aramaya gelenlerden biri Güssümü iyice gözüne kestirmiş olacakki bu sefer ertesi gün eltisiyle birlikte kuşluk vakti çıka geldi.
Güssüm bulaşığını yıkamış, evi, sekaltını, kapı önünü süpürmüş ve oturmuştu örgüsünün başına. Anasıda sobanın yanında, yazın köye göçtüğünde kendi üç beş keçisinden hazırladığı tiftik yününden eğirdiği iple çorabını örmeye oturmuştu. Sonra kapı birden arkasında alacaklı varmış gibi tak tak kapı çaldı.

Ayşaba sekmene çıkıp seslendi
-Kimo?
-Biziz Ayşaba Körasımlının Fadime.
-Buyrun, buyrun Fadime, geçin içeri.

Körasımlının yolu hiç buraya düşmezdi. Bu hafta içinde gerçi birkez tavuk aramaya birde süpürge istemeye gelmişti ama bu sefer öyle dümdüz, sabahın köründe eltisiyle birlikte çat kapı gelmişlerdi. Kadınları daha kapıda görünce Ayşabanın özüne damıvermişti, bunlar besbelli görücüydü. Ne mahalleleri aynı mahalleydi ne sülaleleri aynı sülaleydi, birde sabah vakti elin kadını ne diye çıksın gelsindi?

Evin kapısı o kada ufaktı ki, dışardan gören burda kesin cüceler yaşıyor derdi. Görücü Kadınlarda çarpmamak için başlarını eğerek içeri girip odaya geçmişlerdi. Anam oda bildiğin hap kadar bişi, nefesi bile iktisatlı alırsın bitmesin diye. İki adım atsan, kapıdan dip sedire ulaşıverirdin. Ama gelen görücüler, odanın her deliğine her çatlağına kadar şöyle iyice bir göz gezdirecekler ya, adımlarını küçülte küçülte karınca hızında kımıl kımıl ilerlediler. Gözleriyle taramadıkları tek bir oyuk tek bir yıkık, tek bir halı deseni kalmamıştı. Adımlar en sonunda onları dip sedire ulaştırdı ve geçip pencerenin önünedeki tülünün üstüne oturdular. Başladılar fısır fısır konuşmaya.
-Gadın fukara ama temiz belli
-Heye essah dedin. Onun bunun işinde koşturayım derken evi hiç boş koymamış. Ufacık ev amma derli toplu.
Sonra Ayşaba arkalarından girdi ve tülünün diğer ucuna doğru kadınların yanlarına oturdu.
-Hoşgeldin Fadime nassın
-İyiyim Ayşaba sen nassıın.
-İyiyim saol. Sende hoşgeldin Zehra nassın
-İyiyim Ayşaba sen nassın.
-Saolasın dünya telaşı, koşuşturmaca işte, yuvarlanıp gidiyoz.

Sorgu faslının ardından lafın ağzını ufaktan açmışlardı. Ölen koyunlarından, dokudukları namazlalardan, kaybolan tavuklardan, evlenenlerden çıkanlardan sonra sıra sebi ziyaretlerini konuşmaya geldi.

-Ayşaba, biz seni uzaktan biliriz, pek temiz fukarasın. Bunca zaman, çalıştın çabaladın, gendine yettin. Maşallah gızda evlilik çağına gelmiş. Eğer bir mehiliniz minasibiniz yoksa Allahın emri peygamberin gavliynen senin Güssüme talibiz.

Tam bu sırada Güssüm elinde, gaz ocağında pişirdiği iki kahveyle odaya girdi. Yokluk diz boyu, olan kahvede ancak bin yılda bir gelene, utandık misafire, ikram edilirdi. Ondan evdeki son kahve tanelerini, yere dökmekten korka korka, dikkatli bir şekilde cezveye koyup elinden geldiğince köpürterek pişirmişti. Anasının seneler önce buraya gelirken getirdiği, at arabasında kırıla kırıla üçe düşen fincanlarından ikisine kahveleri koyup girdi içeri. Misafirlere kahvesini ikram edip, dizini büktü ve elinde tepsisiyle bir köşeye oturdu.

-Valla ne diyeyim Fadime, bir dizesine dayısına sorayım, bir danışayım. Dayısı ne der bilmem ki?
-Tamam Ayşaba tabi etrafına sor, bizide sor soruştur biz yine iki güne senin kapıyı tıkılatırız, dedi

Küçücük fincanlardaki kahveler sanki, peygamberin dularla okuyup ashabına içirdiği süt bardağı gibi, bir türlü bitip tükenmek bilmiyor, içtikçe içiyorlardı. Aslında kahvenin bitmeyeceğinden değilde yokluğun gözü kör olsun işte. Herşeyi tasarruflu kullanayım derken bin yılda bir yapılan kahveyide bir yudumda hüp diye içemiyorlardı. Yavaş yavaş, anca bir konuşup bir kaç damlayı ağızlarına düşürüyor, bir sürü dedikoduyu, gaçanı göçeni, minicik fincana sığdıra sığdıra içiyorlardı. En sonunca kahveler ve dedikodular bitince

-Haydi allahaısmardık, biz yine sizi bir iki güne yoklarız, dediler ve zaten hemen omuzlarında olan poçularını başlarına geçirip bu sefer hızlı adımlarla konuşa konuşa evlerinin yolunu tuttular.

Eğelim Bükelim Ayfer

Anca: Ancak
Baca: Dolap yerine kullanılan duvara dikdörtgen şeklinde oyulan oyuk
Çaput: Çabut, kumaş
Dip sedir: Odanın genellikle pencere önünde olan ve misafirin oturtulduğu kısmı
Divana durmak: Gelinle damadın kolkola girip ayakta durması
Essah: Sahi
Gaçan: Sevdiğine kaçan kız
Gııy: Kız, seslenme
Gurk tavuk: Civciv çıkarmak için altına yumurta konan tavuk
Iprık: İbrik
Özüne dammak: Sezmek, tahmin etmek
Kımıl kımıl: Yavaş yavaş
Namazla: Eldokuması halı
Nassın: Nasılsın
Nedi: Ne diye
Poçu: Kadınların dışarı çıkarken üzerlerine aldıkları örtü
Sumat: Eldkomuması, kalın bez.
Siyir: Düğünlerde Gelinle damadın divana durduğu sırada etrafın geline damada bakmasına denir
Zımzık: Yumruk


No comments:

Post a Comment