-Kumşeytanı
nolacak, yükleyin göçünü bir at arabasına gitsin.
-Kocasının
bakmadığına biz mi bakacaz anam!
Dedi büyük
gellaba. Kocasıda çaresiz Ayşanın bir kaç parça eşyadan oluşan
göçünü bir at arabasına yükleyip, arkasında kalan boşluğada
Ayşayı ve kızını oturttu.
-Hadi bacım
selametle, sen en iyisi memleketinde dön dedi ve uğurladı Ayşayı.
Onca çeyizle
geldiği evden iki kilim bir halı ve bir kaç parça bakırla
ayrılan Ayşanın içi burkuldu, “nedi benim herif başımda
durmadı, körolasıca, boyu posu devrilesice, ocaam söndü” diye
kahırlandı kendi kendine. Ama elden ne gelir, şu dünyada olmadık
yok, kul olanın başına herşey gelir. Yükünün arkasına
oturunca içine ok gibi birşeyler saplandı ama “Onca akrabaam
var, gardaşım var bana sahip çıkarlar” diye düşündü, ve
takıl tukul, memleketinin kumlu, taşlı yolunu tuttu.
-------
Dışardan bakınca
yerle bir gibi gözüken ama içine girince tek odalı bir ev olduğu
anlaşılan küçücük bir toprak evde yaşıyordu Güssüm ile
anası. Evin bir oyuğu gibi duran penceresi, ya yanlışlıkla
oyulmuş ya da biri sonradan yıkıp “Alın size pencere” diye
bir aralık açmıştı sanki. Pencere mi baca mı ne idüğü
belirsiz birşeydi. O kadar ufaktı ki gün doğunca içeri ışık
zar zor sızıyor, yeni günün başladığı ancak kapıyı açıp
içeri güneşin atmasıyla anlaşılıyordu.
Akşamları gaz
lambasıyla tek odayı aydınlatıp, gün boyunca bitmek tükenmeyen
bilmeyen el işinin devamını yine bu sönük ışıkta ana kız
yapıyorlardı. Işık cılız olmasına cılızdı ama birde akşam
vakti dışarı sızmasın diye, pencereden bozma oyuğa kara bir
örtü tutarlardı. Neme lazım uğursuzu var hırsızı var, yatlısı
yaramazı var. Tek başlarına yaşayıp giden ana kız, bırak
sırlarını cılız ışıklarını bile sızdırmadan, yok gibi
yaşayıp gidiyorlardı.
Odada bir kaç sıra
yastığı, Ayşabanın gelinliğinden kalma bir el dokuması halı,
köşedede yataklarını gündüzleri toplayıp sardıkları
yüklükleri, yüklüğün altında Güssüm için dokudukları bir
kaç tülü ve kilim vardı. Sabahları kalkınca yataklarını ve
yorganları yüklüğe koyar, üzerinide yine elde dokudukları
sumatla sıkıca sararladı. Odanın bir duvarında da, ufak perde
gibi gerilmiş çaput arkasında duran bir bacaları vardı. Bu öyle,
şimdinin bilindik başında dumanı tüten bacalarından değil,
dikdörtgen şeklinde duvara oyulmuş, anasıyla kızının
esvaplarını dürüp büktüğü bir nevi dolaptı aslında.
Sekaltında birkaç tabak çanak, gaz ocağı, ıprık, leğen ve bir
kaç öteberi vardı. İki kişilik ev halkının bütün mutfak
eşyaları bunlardan ibaretti, ama sanki çok eşya varmışta
dağılmaları muhabilmiş gibi, köşede üst üste derli toplu
duruyorlardı.
Başta bir baba
olmadığı için Ayşaba onun gesisi yıkar, bunun ekmeğini yapar,
koyununu kuzusu sağar, eline verdikleri üç beş kuruşa kanaat
edip akrabasının karaltısında geçinir giderdi. Kararltı
dediysem, gerçekten de gölgeden öteye geçmeyen bir korumaydı bu.
Akrabası, “yalnız kadın içimize alalım, karalım katalım, bu
iki kapılı handa o da gelsin geçsin” dememiş. Yok öyle
bedavadan yemek, çalışsın ekmeğini taştan çıkarsın demişler.
Gerçektende ayşaba ekmeğini kayalardan taşlardan çıkarmış ve
eşinin dostunun işçisi olmuş. Kızı Güssümüde gönüllerinin
el verdiği her işe sürmüşler. Bu çocuktur, anası zaten gün
boyu it gibi koşturuyor bari bunu bırakalım demek yok, kız acızık
sivterince Güssümü de o iş senin bu iş benim koşturup
durmuşlar. Çocuk nihayetinde, işe koşarşın ama bazen kediye
tavuğa takılır işi unutuverir. Olacak o ya Güssümde bir
keresinde gurk tavuğun altında yumurta çatladımı diye merak edip
başında otura kalmış. Bunu gören evin gelini, güssüme kalk
bile demenden beliklerini öyle bir asılmışki çocuğun belikleri
elinde kalmış.
Evevlden başta
erkeğin yokluğu kadın için tam bir yükmüş. Ne akraba tam sahip
çıkıyor ne de çalışmanın tam karşılığı veriliyor. Gün
boyu elin işinde gücünde ordan oraya debelenip durmakla geçecek
olan bir ömür, birde eşinin dostunun merhametinebağlıydı.
Vargücünle çalışmanın yetmediği yerlerde var. Milletin
iftirası, kötü gözü ve sözü, canla başla çalışırıken
anında zımzık gibi sırtına iniverir. Bunca işin gücün ve
dedikodunun arasında, birde elinde kız çocuğu varsa vay haline.
Onu elalemin diline düşürmeden el kapısına çıkarmak, Ayşabanın
artık yegane amacıydı.
Güssüm artık
azıcık daha sivrilmiş ve bu etraftaki konu komşunun ilgisini
çekmiş olacak ki eve, kaybolan tavuğunu aramaya, süpürge
istemeye, boncuk satmaya gelenler çoğalmıştı. Anası kimini
kapıdan çeviriyor kiminede evdeki süpürgeyi veriyor ve bir
şekilde uğurluyordu gelenleri. Artık gelenin bahtına bazen kapıya
Güssüm çıkıyor, bazende anası. Ayşabayı görenlerde, “Gııy
tavuğum kaybolduydu da burda mı diye baktıydım” deyip kös kös
evlerinin yolunu tutuyorlardı.
Artık tavuk aramaya
gelenlerden biri Güssümü iyice gözüne kestirmiş olacakki bu
sefer ertesi gün eltisiyle birlikte kuşluk vakti çıka geldi.
Güssüm bulaşığını
yıkamış, evi, sekaltını, kapı önünü süpürmüş ve
oturmuştu örgüsünün başına. Anasıda sobanın yanında, yazın
köye göçtüğünde kendi üç beş keçisinden hazırladığı
tiftik yününden eğirdiği iple çorabını örmeye oturmuştu.
Sonra kapı birden arkasında alacaklı varmış gibi tak tak kapı
çaldı.
Ayşaba sekmene
çıkıp seslendi
-Kimo?
-Biziz Ayşaba
Körasımlının Fadime.
-Buyrun, buyrun
Fadime, geçin içeri.
Körasımlının
yolu hiç buraya düşmezdi. Bu hafta içinde gerçi birkez tavuk
aramaya birde süpürge istemeye gelmişti ama bu sefer öyle dümdüz,
sabahın köründe eltisiyle birlikte çat kapı gelmişlerdi.
Kadınları daha kapıda görünce Ayşabanın özüne damıvermişti,
bunlar besbelli görücüydü. Ne mahalleleri aynı mahalleydi ne
sülaleleri aynı sülaleydi, birde sabah vakti elin kadını ne diye
çıksın gelsindi?
Evin kapısı o kada
ufaktı ki, dışardan gören burda kesin cüceler yaşıyor derdi.
Görücü Kadınlarda çarpmamak için başlarını eğerek içeri
girip odaya geçmişlerdi. Anam oda bildiğin hap kadar bişi, nefesi
bile iktisatlı alırsın bitmesin diye. İki adım atsan, kapıdan
dip sedire ulaşıverirdin. Ama gelen görücüler, odanın her
deliğine her çatlağına kadar şöyle iyice bir göz gezdirecekler
ya, adımlarını küçülte küçülte karınca hızında kımıl
kımıl ilerlediler. Gözleriyle taramadıkları tek bir oyuk tek bir
yıkık, tek bir halı deseni kalmamıştı. Adımlar en sonunda
onları dip sedire ulaştırdı ve geçip pencerenin önünedeki
tülünün üstüne oturdular. Başladılar fısır fısır
konuşmaya.
-Gadın fukara ama
temiz belli
-Heye essah dedin.
Onun bunun işinde koşturayım derken evi hiç boş koymamış.
Ufacık ev amma derli toplu.
Sonra Ayşaba
arkalarından girdi ve tülünün diğer ucuna doğru kadınların
yanlarına oturdu.
-Hoşgeldin Fadime
nassın
-İyiyim Ayşaba sen
nassıın.
-İyiyim saol. Sende
hoşgeldin Zehra nassın
-İyiyim Ayşaba sen
nassın.
-Saolasın dünya
telaşı, koşuşturmaca işte, yuvarlanıp gidiyoz.
Sorgu faslının
ardından lafın ağzını ufaktan açmışlardı. Ölen
koyunlarından, dokudukları namazlalardan, kaybolan tavuklardan,
evlenenlerden çıkanlardan sonra sıra sebi ziyaretlerini konuşmaya
geldi.
-Ayşaba, biz seni
uzaktan biliriz, pek temiz fukarasın. Bunca zaman, çalıştın
çabaladın, gendine yettin. Maşallah gızda evlilik çağına
gelmiş. Eğer bir mehiliniz minasibiniz yoksa Allahın emri
peygamberin gavliynen senin Güssüme talibiz.
Tam bu sırada
Güssüm elinde, gaz ocağında pişirdiği iki kahveyle odaya
girdi. Yokluk diz boyu, olan kahvede ancak bin yılda bir gelene,
utandık misafire, ikram edilirdi. Ondan evdeki son kahve tanelerini,
yere dökmekten korka korka, dikkatli bir şekilde cezveye koyup
elinden geldiğince köpürterek pişirmişti. Anasının seneler
önce buraya gelirken getirdiği, at arabasında kırıla kırıla
üçe düşen fincanlarından ikisine kahveleri koyup girdi içeri.
Misafirlere kahvesini ikram edip, dizini büktü ve elinde tepsisiyle
bir köşeye oturdu.
-Valla ne diyeyim
Fadime, bir dizesine dayısına sorayım, bir danışayım. Dayısı
ne der bilmem ki?
-Tamam Ayşaba tabi
etrafına sor, bizide sor soruştur biz yine iki güne senin kapıyı
tıkılatırız, dedi
Küçücük
fincanlardaki kahveler sanki, peygamberin dularla okuyup ashabına
içirdiği süt bardağı gibi, bir türlü bitip tükenmek bilmiyor,
içtikçe içiyorlardı. Aslında kahvenin bitmeyeceğinden değilde
yokluğun gözü kör olsun işte. Herşeyi tasarruflu kullanayım
derken bin yılda bir yapılan kahveyide bir yudumda hüp diye
içemiyorlardı. Yavaş yavaş, anca bir konuşup bir kaç damlayı
ağızlarına düşürüyor, bir sürü dedikoduyu, gaçanı göçeni,
minicik fincana sığdıra sığdıra içiyorlardı. En sonunca
kahveler ve dedikodular bitince
-Haydi
allahaısmardık, biz yine sizi bir iki güne yoklarız, dediler ve
zaten hemen omuzlarında olan poçularını başlarına geçirip bu
sefer hızlı adımlarla konuşa konuşa evlerinin yolunu tuttular.
Eğelim Bükelim Ayfer
Anca: Ancak
Baca: Dolap yerine kullanılan duvara dikdörtgen şeklinde oyulan oyuk
Çaput: Çabut, kumaş
Dip sedir: Odanın genellikle pencere önünde olan ve misafirin oturtulduğu kısmı
Divana durmak: Gelinle damadın kolkola girip ayakta durması
Essah: Sahi
Gaçan: Sevdiğine kaçan kız
Gııy: Kız, seslenme
Gurk tavuk: Civciv çıkarmak için altına yumurta konan tavuk
Iprık: İbrik
Özüne dammak: Sezmek, tahmin etmek
Kımıl kımıl: Yavaş yavaş
Namazla: Eldokuması halı
Nassın: Nasılsın
Nedi: Ne diye
Poçu: Kadınların dışarı çıkarken üzerlerine aldıkları örtü
Sumat: Eldkomuması, kalın bez.
Siyir: Düğünlerde Gelinle damadın divana durduğu sırada etrafın geline damada bakmasına denir
Zımzık: Yumruk
No comments:
Post a Comment