Ayşaba gün
boyu ufacık penceresinin kenarında oturup ağasının evine gelişi
gözledi. Konuyu nasıl açacaktı, ağası birşey der miydi, acaba
ağası eşref saatinde miydi, şu Körasımlıya kızı versemiydi,
şöyle miydi böylemiydi derken kadının kafası davul gibi
şişmişti. Akşam ağasının, herzamanki gibi elinde okka okka
sebzelerle evine geldiğini görünce,biraz bekleyip seyirte seyirte
hemen karşısında evine gitti. Ağası sofraya oturmuş, çal
kaşık yemeğini yiyordu, kendini o kadar çok yediğine vermişti
ki Ayşabanın içeri girdiğini bile görmedi. Kendini nasıl
vermesin, sofrada o gün için ne ararsan var, Çorbasından
kebabına, tatlısından pilavına yok yok. Yemeğini yerken, iyiki
bu ikinci karıyı almışım demekten kendinide alamıyordu. Ee o
kadar mal mülkün içinde ağa tam tam takır kuru bakır bir
sofrada yemek yiececek hali yoktu ya. Allah rahmetli babasına
vermiş, babasıda ona. Rahmetli babası nur içinde yatsındı,
adama sürü sürü koyun, parsel parsel tarla, bırakmıştı.
Ağanın tek işi bu malı kendi çifte hanımıyla ve çocuğuyla
bir güzel yemekti.
Ayşaba ise kız
evladıydı, gittiği kapıda tutunmasını bilseydi elbette o da o
kapının malını yerdi, ne demişler tekkeyi bekleyen çorbasını
içer. Ama bizim kızda avratlık ne gezer. Ahlakı eksik, pis,
müsrif bir kadını kim neylesin. Kocasıda bunu anlamış olacak ki
çok geçmeden karısını kızıyla bir başlarına bırakıp çekip
gitmişti. Erkek olarak malın varisi oydu. Ayşayada ancak,
çalışmasının hakkı neyse o düşecekti. Ee oda biraz çalışkan,
temiz olaydıda hakkını alaydı, ağasının öfkesini gazabını
her seferinde üzerine çekmeyeydi.
Bunlar Ağanın
Ayşabayı her görüşünde kafasından hızla geçen günlük
düşünceleriydi. Bu düşünceleride kolay kolay edinmemişti.
Çifte karısının özellikle Zalanın emeği çoktu.
Ayşa içeri girdi
ve sanki biraz yayılıp otursa evi kirletecekmiş gibi, kapı ucuna
iki dizini bükerek oturdu ve ağasına korka çekine görücü
lafını açtı.
-Ağa, Körasımlıdan
Güssüme dünür var. Dün Körasımın Fadimeyinen iltisi geldi. Ne
dersin, bilir misin hiç bunları?
-Nerden bulmuşlar
sizi hay Ayşa, uzaktan bilirim.
-Bende bilmem Ağa
amma dün çıktı geldiler, sen bir sor soruştur, münasip görürsen
hı diyelim gelenlere
-Tamam Ayşa, Bizim
çobanın dayılarıydı heralde ona bir sorayım hele.
Ağa Ayşanın
yüzüne bakmadan diyeceğini dedi, öyle Ayşayı soframa mofraya da
davet etmedi. Ağa sevmezdi öyle kadınla çocukla birlikte
yemesini. Birde bacısı öyle pek hayırlı birşey değildi ki
sofrasını açsın buyur etsin. Hiç gocunmadan, kadının açlığı
tokluğu var mı diye sormadan, tabakları sildi süpürdü. Sanki
arkasından atlı kovalıyormuş gibi hapır hupur koca koca
lokmalarla önüne ne koyduysa yuttu. Ayşada oturduğu köşede
biraz daha bekleyip, ağasından müsade alıp evinin yolunu tuttu.
Ne zaman ağasından
çıkıp evine gitse, saraydan kümese giriyormuş gibi hissederdi.
Ağasının evinin yanında kendi evi gerçekten kümese benziyordu.
Zaten evi Ayşaya vermeden önce evin hali o kadar haraptı ki hayvan
bağlasan durmazdı. Ama Ayşa elinden geldiğince bu kümesi adam
edip, kızıyla kendine bir çıra yakabileceği bir köşeye,
başlarını sokabilecekleri bir dama benzetmişti.
Ağanın yarınki
işi belli olmuştu, çobana gidip gelen görücüleri sormak.
Aslında sormaya ne hacet, kendisinin boy boy oğulları vardı
Güssümü pek ala birine alabilir, kardeşinin kızını dışarı
çıkartmayabilirdi. Hem, Güssüm yaşı küçük olmasına rağmen
öyle yaşıtları gibi hoyratta değildi. Daha şimdiden ekmek açar,
koyun sağar, evi tek başına çekip çevirirdi.
Ama işte Güssümü
oğullarına layık görmüyor olacak ki, dünürcüyü soruşturmaya
çıkmıştı Ağa. Niye layık görsündü ki? Kardeşini bir el
kadını gibi göreli çok uzun zaman omuştu. Ayşa artık ona işini
yapmaya gelen herhangi bir işçi kadından farksızdı. Yıllar
içinde sağlı sollu iki karısıda, kafasını işleye işleye
adamın sanki gözü kör olmuş, aynı anadan babadan geldiği
bacısı kendisine el olmuştu. Tabiki Ayşa Ağasına birden el
olmadı, ocağı sönüp baba yurduna dönünce çifte gelinler
Ayşanın, kendilerine kaynatalarından kalan mala ortak olacağından
korkmuşlar ve başlamışlar beylerinin kafasını ufak ufak
kemirmeye. Aslında Ayşanın yokluğunda önceden birbirleriyle
didişip dururken, görümcenin eve dönmesiyle birlikte kadınlar
birbirine yaklaşmış sığınmış, Ayşayı karşılarına
almışlardı. Ağanın kafasınıda artık Allah dillerine ne
verdiyse onla doldurup doldurup boşaltmışlar.
Çifte gelinlerden
biri, dışardan olduğundan kendisine Ağa baktığı, üzerlerinden
elini çekmediği sürece Ayşayı pek önemsemezdi ama gelinlerin
ilki, iş güç bilmeyeni ve daha fettanı olan Zala Ayşayı geldiği
gün mimlemiş, bir şekilde avluda tezektirmeyi kafaya koymuştu.
Ama nasıl? Gün olmuş Ayşanın namusuna iftira atmış Çoban
Ayşalardan su içti diye, gün olmuş yediğine içtiğine karışmış,
Ağadan gelen sebzeyi öylece çöpe atıyor köpeğe veriyor diye,
gün olmuş evinin içine iftira atmış temizlik bilmiyor evi pislik
içinde diye. Bari dinime söven müslüman olsa, bu dediklerinin
hepsi tek tek Zalada fazlasıyla mevcuttu. Ağa zaten kadının
şirretinden, iş bizmeliğinden, pisliğinden bıkıp ikinci hanımı
almış hatta Zalaya isim bile takmıştı Gara Übük diye. Kadının
sivri burnu çıkık şakak kemikleriyle birlikte her konuşmaya
başladığında neredeyse gıdaklayacakmış gibi ard ardına
bıkmadan usanmadan anlatması, lafları übükler gibi adamın
kafasına sokması, kadını adamın gözünde tam bir tavuğa
benzetmişti. Kadın bir başladımı susmak nedir bilmez kafasında
kurduğu, attığı tuttuğu, yazdığı çizdiği ne varsa Ağaya
gerçekmiş gibi tek tek anlatırdı. İşte ne demişler bir lafı
kırk gün dersen bir büyü yerine geçermiş. Zala ağanın
kafasını gece gündüz okuya okuya Ayşayı adamın gözünde,
namuzsuz, müsrif ve pis bir kadına döndürmüştü. Ne demişler
erkeğin aklı boş bir kap, kadın ne doldurursa adamın ağzından
o dökülür diye, Ağada her seferinde karısının dolduruşuna
gelir Ayşaya yapmadık eziyeti bırakmazdı. Çoban Ayşanın gizli
kırığı mı dedi, daha işin aslını sorup suşturmadan, çat
kapı Ayşanın evine girer saçından tuttuğu gibi koca avluda
Ayşayı sürüklerdi. Ayşa gelen sebzeyi çöpe mi döküyor mu
dedi, sittin sene artık Ayşalara, eve gelen onca sebzeden meyveden
bir tek tane bile verilmezdi. Ayşanın evi pismiydi, artık yönünü
döner evleri dipdibe olmasına rağmen “Bacım nassın” bile
demeden, aylarca eve uğramadan geçer giderdi.
Ama konuma komşuya
Ağasının Ayşayı yaptığı iylikleri anlatırken duysan şaşa
kalırdın. Ağa ortada çifte gelinler iki yanında başlarlardı
Ayşayı anlatmaya. Efendim Ayşa iş güçbilmezmiş, çıkmış
gelmiş çocuğuyla ağası ona kol kanat germiş, onu açta açıkta
bırakmamış, yedirmiş içirmiş. Ama Ayşa bunları hep inkar edip
nankörlük etmiş, zaten kızı Güssümde kendi gibi pis, iş güç
bilmeyen safdiriğin tekiymiş. Ağası olmasa bunlar acında
ölürmüş. Allahtan Ağası varmışta bunların bütün
nankörlüklerine rağmen karaltısında tutuyormuş. Falanmış,
filanmış yalanmış, esahmış derken laflar dolar dolar ve
akrabadan eşten dostan taşıp konumdan komşuya yayıla yayıla
etrafa giderdi.
Ayşada gün boyu
çifte gelinlerin işini görsün, kardeşi bin yılda bir gelecek
olsa hemen altına minder sırtına yastık verip yere göğe
koyamasın, bir dilden bir dile kızına dayısı hakkında tek bir
laf ettirmesin neye yarar. Namuslu bir şekilde cahıraş çalışmanın,
azıcık aşa kanaat edip, onca dayağa ve hakarete sessizce
katlanmanın cezası daha çok yük sürme, aşağılama ve kızıyla
sessiz soluksuz, kıyıda köşede yaşadığı hayatını daha çok
zindana çevirmekten başka işe yaramıyordu.
Ayşanın adı pise
çıkmıştı çıkmasına ama, o kadar lafı işitmesine rağmen
gesiyi çamaşırı bedavan kim yuyup evi kim temizleyecek. Ayşa koş
evi temizle, koş ekmek yap, koş gesiyi yıka diyip, çifte gelinler
kadını gün boyu deli divane gibi kendi evleri arasında koşturup
dururladı. Aslında Ayşa ikisinden de yaşça büyüktü ona aba
demeleri gerekirdi ama, kadın bundan da geçmişti zaten. Kendine
eziyet edip laf söylemeseler o bile yeterdi.
Birgün yine Zala
Ayşayı evine çağırmış “Ayşa geliver şu halının altını
üstünü bir kaldırıp evini temizileyiver” demişti. Tam Ağa
eve geleceği sırada ya evi kaldırır ya da olur olmadık işleri
çıkarıp adam doğru dürüst yemek yapmazdı. O akşamda Ağa yine
Zalanın evine geleceği için akşam ezanına doğru Zala patır
patır ocakta papara pişirmeye durmuştu. Durmuş durmasına ama
Ağanında en sevmediği yemek papara, hatta yemek bile değil.
Zalanın evine onca sebze meyve getirir ama her seferinde önüne ya
papara ya pilav koyar. Ayşenede paparayı pişip Ayşayı çağırmış
“Ayşa şunu gidip sofraya koyuver diye” Ateşten yeni inen
kızgın tavayı tutan Ayşa kapıda Ağasıyla karşılaşır adam
paparayı görünce”Lan Gara übük yine mi papara” diyip tavaya
öyle bir tekme atmış ki tavadaki kaynar su öylece Ayşanın
başından devrilip kadıncağızın yüzünü haşlamış. Kadın
“Anam Yüzüm yandı, yüzüm yandı diye” feverane edince ağası
tavayı taşıyanın Ayşa olduğunu, Zalanın hemen arkasında
saklandığını farketmiş. Bir yandan hem kızgınlığı artmış
hemde kardeşimi haşladım diye suçlanmış.
-Aman gardaşım sen
miydin, ben Gara übük zannettim dur sana melhem sürelim diyip,
kendince kadının gönlünü almaya çalışmış.
Acızık ilgi biraz
merhem, hop yeter bu Ayşaya deyip ertesi gün yine dönmüş eski
huyuna. Huylu huyundan vazgeçer mi, adam daha dün kadını
haşlamıştı ama, yine kadına kös kös bakıp, işçisi gibi
davranmaya devam etmişti.
İşte bunca
hengamenin, çekememezliğin arasında bu görücüde tam isabetli
bir zamanda gelmişti. Zaten adam kardeşine bile zor katlanıyordu
bir de kızı Güssümü çekemezdi. Büyüyüp geliyor neme lazım
oğlanlardan birine takılır, çok uzatmadan kör topal kim gelirse
verip savuşturmak lazımdı.
Çobanada bu
düşüncelerle sordu görücüleri. Eğer çoban “Ağam bunlar
uğursuzun hırsızın tekidir sakın verme” dese bile kulağı
duymayacak kızı hemen verecekti. Ama Allahtan çoban “Temiz
fukaralar ağam, yalnız oğlan biraz kekeme gibi konuşur, birazda
ağır işitir yinede sen bilirsin” dedi. Ağa çokda düşünmedi,
tabi ben bilirim dedi ve gerisin geri Ayşanın evine gitti.
Tak tak kapıyı
çaldı, sekmende içeri girmeden hemne lafa girdi.
-Gelenler iyi bir
kısmetmiş temiz insanlarmış, Kadınlara gelince deki bizim için
münasiptir, erkekleriyle gelip kızı istesinler
Ayşanın Güssümü,
Ağasının oğullarından birine vereceğine dair olan son umududa o
an uçup gitmişti ve
-Tamam ağa sen
nasıl münasip görürsen dedi ve ağasını yolcu etti.
Ertesi gün kadınlar
neredeyse daha gün yeni sökerken çıka geldiler. Maksatları
belkide evi ansızın basıp kadının temizliğini ölçmek ve erken
kalkıp kalkmadıklarını bilmekti. Keşke bilselerdi, Ayşayla kızı
yıllardır şafak yıldızıyla uyanıyor, çoğu zaman yataklarını
bile sermeden eğirdikleri yumaklara başlarını koyup uykularını
öyle alıyorlardı.
Ayşa kadınları
içeri buyur etti, kadınlar busefer lafı dolandırmadan pat diye
açıverdiler.
-Ayşaba bizim
hayırlı iş noldu, danıştın mı Ağana
-He ya danıştım
Fadime, Ağam uygun gördü inşallah kısmetse olur, münasip bir
zamanda beyinle birlikte buyrun gelin dedi.
Fadime Ayşabadan
olur cevabı alınca birden kararıp kararıp geçen yüzü
aydınlandı ve içinden bir oh çekti. Sonunda Asımını everip
çırası yakabilecekti. O demesinde kim oh desin. Kadıncazın oğlan
askerden geldğinden beri beri eltisiyle gitmediği ev, çalmadığı
kapı kalmamıştı. Asımına kız bulacam diye az mı çarık çorap
eskitmişti. Ama Allaha şükürler olsundu, sonunda eli yüzü
düzgün bir kısmet bulmuştu. Kız biraz oğludan küçük, çocuk
denecek yaştaydı ama kendiside o yaşlarda gelin olmuştu.
“Çocuklarıyla birlikte büyür” diye düşündü. Etraftan
Güssüm için pek iş güç bilmez diyolardı ama “Gelin
kaynanasının eğesinde yetişir, ben ona öğretirim” dedi kendi
kendine. Daha Ayşabanın evinden kalkmadan kafasında Asımını
evlendirmiş ilk torunun kucağına bile almıştı. O an ondan
bahtiyarı yoktu, evine seke seke gideceksin deseler, çocuk gibi
seke seke giderdi.
-Tamam Ayşaba biz
yine bizim heriflerle size bu perşembe geliriz.
-Haydi
Allahaısmarladık, selametle deyip, uçar gibi koşar gibi Ayşabanın
evinden ayrıldılar.
Eğelim Bükelim
Ayfer
İlti: Elti
Tezektirmek: Göndermek
Mimlemek:
İşaretlemek, kafasına koymak
Safdirik: Saf
Zala: Zeliha
No comments:
Post a Comment