Monday, August 21, 2017

SİYİR 2-AGA

Ayşaba gün boyu ufacık penceresinin kenarında oturup ağasının evine gelişi gözledi. Konuyu nasıl açacaktı, ağası birşey der miydi, acaba ağası eşref saatinde miydi, şu Körasımlıya kızı versemiydi, şöyle miydi böylemiydi derken kadının kafası davul gibi şişmişti. Akşam ağasının, herzamanki gibi elinde okka okka sebzelerle evine geldiğini görünce,biraz bekleyip seyirte seyirte hemen karşısında evine gitti. Ağası sofraya oturmuş, çal kaşık yemeğini yiyordu, kendini o kadar çok yediğine vermişti ki Ayşabanın içeri girdiğini bile görmedi. Kendini nasıl vermesin, sofrada o gün için ne ararsan var, Çorbasından kebabına, tatlısından pilavına yok yok. Yemeğini yerken, iyiki bu ikinci karıyı almışım demekten kendinide alamıyordu. Ee o kadar mal mülkün içinde ağa tam tam takır kuru bakır bir sofrada yemek yiececek hali yoktu ya. Allah rahmetli babasına vermiş, babasıda ona. Rahmetli babası nur içinde yatsındı, adama sürü sürü koyun, parsel parsel tarla, bırakmıştı. Ağanın tek işi bu malı kendi çifte hanımıyla ve çocuğuyla bir güzel yemekti.

Ayşaba ise kız evladıydı, gittiği kapıda tutunmasını bilseydi elbette o da o kapının malını yerdi, ne demişler tekkeyi bekleyen çorbasını içer. Ama bizim kızda avratlık ne gezer. Ahlakı eksik, pis, müsrif bir kadını kim neylesin. Kocasıda bunu anlamış olacak ki çok geçmeden karısını kızıyla bir başlarına bırakıp çekip gitmişti. Erkek olarak malın varisi oydu. Ayşayada ancak, çalışmasının hakkı neyse o düşecekti. Ee oda biraz çalışkan, temiz olaydıda hakkını alaydı, ağasının öfkesini gazabını her seferinde üzerine çekmeyeydi.

Bunlar Ağanın Ayşabayı her görüşünde kafasından hızla geçen günlük düşünceleriydi. Bu düşünceleride kolay kolay edinmemişti. Çifte karısının özellikle Zalanın emeği çoktu.

Ayşa içeri girdi ve sanki biraz yayılıp otursa evi kirletecekmiş gibi, kapı ucuna iki dizini bükerek oturdu ve ağasına korka çekine görücü lafını açtı.

-Ağa, Körasımlıdan Güssüme dünür var. Dün Körasımın Fadimeyinen iltisi geldi. Ne dersin, bilir misin hiç bunları?
-Nerden bulmuşlar sizi hay Ayşa, uzaktan bilirim.
-Bende bilmem Ağa amma dün çıktı geldiler, sen bir sor soruştur, münasip görürsen hı diyelim gelenlere
-Tamam Ayşa, Bizim çobanın dayılarıydı heralde ona bir sorayım hele.
Ağa Ayşanın yüzüne bakmadan diyeceğini dedi, öyle Ayşayı soframa mofraya da davet etmedi. Ağa sevmezdi öyle kadınla çocukla birlikte yemesini. Birde bacısı öyle pek hayırlı birşey değildi ki sofrasını açsın buyur etsin. Hiç gocunmadan, kadının açlığı tokluğu var mı diye sormadan, tabakları sildi süpürdü. Sanki arkasından atlı kovalıyormuş gibi hapır hupur koca koca lokmalarla önüne ne koyduysa yuttu. Ayşada oturduğu köşede biraz daha bekleyip, ağasından müsade alıp evinin yolunu tuttu.
Ne zaman ağasından çıkıp evine gitse, saraydan kümese giriyormuş gibi hissederdi. Ağasının evinin yanında kendi evi gerçekten kümese benziyordu. Zaten evi Ayşaya vermeden önce evin hali o kadar haraptı ki hayvan bağlasan durmazdı. Ama Ayşa elinden geldiğince bu kümesi adam edip, kızıyla kendine bir çıra yakabileceği bir köşeye, başlarını sokabilecekleri bir dama benzetmişti.

Ağanın yarınki işi belli olmuştu, çobana gidip gelen görücüleri sormak. Aslında sormaya ne hacet, kendisinin boy boy oğulları vardı Güssümü pek ala birine alabilir, kardeşinin kızını dışarı çıkartmayabilirdi. Hem, Güssüm yaşı küçük olmasına rağmen öyle yaşıtları gibi hoyratta değildi. Daha şimdiden ekmek açar, koyun sağar, evi tek başına çekip çevirirdi.

Ama işte Güssümü oğullarına layık görmüyor olacak ki, dünürcüyü soruşturmaya çıkmıştı Ağa. Niye layık görsündü ki? Kardeşini bir el kadını gibi göreli çok uzun zaman omuştu. Ayşa artık ona işini yapmaya gelen herhangi bir işçi kadından farksızdı. Yıllar içinde sağlı sollu iki karısıda, kafasını işleye işleye adamın sanki gözü kör olmuş, aynı anadan babadan geldiği bacısı kendisine el olmuştu. Tabiki Ayşa Ağasına birden el olmadı, ocağı sönüp baba yurduna dönünce çifte gelinler Ayşanın, kendilerine kaynatalarından kalan mala ortak olacağından korkmuşlar ve başlamışlar beylerinin kafasını ufak ufak kemirmeye. Aslında Ayşanın yokluğunda önceden birbirleriyle didişip dururken, görümcenin eve dönmesiyle birlikte kadınlar birbirine yaklaşmış sığınmış, Ayşayı karşılarına almışlardı. Ağanın kafasınıda artık Allah dillerine ne verdiyse onla doldurup doldurup boşaltmışlar.

Çifte gelinlerden biri, dışardan olduğundan kendisine Ağa baktığı, üzerlerinden elini çekmediği sürece Ayşayı pek önemsemezdi ama gelinlerin ilki, iş güç bilmeyeni ve daha fettanı olan Zala Ayşayı geldiği gün mimlemiş, bir şekilde avluda tezektirmeyi kafaya koymuştu. Ama nasıl? Gün olmuş Ayşanın namusuna iftira atmış Çoban Ayşalardan su içti diye, gün olmuş yediğine içtiğine karışmış, Ağadan gelen sebzeyi öylece çöpe atıyor köpeğe veriyor diye, gün olmuş evinin içine iftira atmış temizlik bilmiyor evi pislik içinde diye. Bari dinime söven müslüman olsa, bu dediklerinin hepsi tek tek Zalada fazlasıyla mevcuttu. Ağa zaten kadının şirretinden, iş bizmeliğinden, pisliğinden bıkıp ikinci hanımı almış hatta Zalaya isim bile takmıştı Gara Übük diye. Kadının sivri burnu çıkık şakak kemikleriyle birlikte her konuşmaya başladığında neredeyse gıdaklayacakmış gibi ard ardına bıkmadan usanmadan anlatması, lafları übükler gibi adamın kafasına sokması, kadını adamın gözünde tam bir tavuğa benzetmişti. Kadın bir başladımı susmak nedir bilmez kafasında kurduğu, attığı tuttuğu, yazdığı çizdiği ne varsa Ağaya gerçekmiş gibi tek tek anlatırdı. İşte ne demişler bir lafı kırk gün dersen bir büyü yerine geçermiş. Zala ağanın kafasını gece gündüz okuya okuya Ayşayı adamın gözünde, namuzsuz, müsrif ve pis bir kadına döndürmüştü. Ne demişler erkeğin aklı boş bir kap, kadın ne doldurursa adamın ağzından o dökülür diye, Ağada her seferinde karısının dolduruşuna gelir Ayşaya yapmadık eziyeti bırakmazdı. Çoban Ayşanın gizli kırığı mı dedi, daha işin aslını sorup suşturmadan, çat kapı Ayşanın evine girer saçından tuttuğu gibi koca avluda Ayşayı sürüklerdi. Ayşa gelen sebzeyi çöpe mi döküyor mu dedi, sittin sene artık Ayşalara, eve gelen onca sebzeden meyveden bir tek tane bile verilmezdi. Ayşanın evi pismiydi, artık yönünü döner evleri dipdibe olmasına rağmen “Bacım nassın” bile demeden, aylarca eve uğramadan geçer giderdi.

Ama konuma komşuya Ağasının Ayşayı yaptığı iylikleri anlatırken duysan şaşa kalırdın. Ağa ortada çifte gelinler iki yanında başlarlardı Ayşayı anlatmaya. Efendim Ayşa iş güçbilmezmiş, çıkmış gelmiş çocuğuyla ağası ona kol kanat germiş, onu açta açıkta bırakmamış, yedirmiş içirmiş. Ama Ayşa bunları hep inkar edip nankörlük etmiş, zaten kızı Güssümde kendi gibi pis, iş güç bilmeyen safdiriğin tekiymiş. Ağası olmasa bunlar acında ölürmüş. Allahtan Ağası varmışta bunların bütün nankörlüklerine rağmen karaltısında tutuyormuş. Falanmış, filanmış yalanmış, esahmış derken laflar dolar dolar ve akrabadan eşten dostan taşıp konumdan komşuya yayıla yayıla etrafa giderdi.
Ayşada gün boyu çifte gelinlerin işini görsün, kardeşi bin yılda bir gelecek olsa hemen altına minder sırtına yastık verip yere göğe koyamasın, bir dilden bir dile kızına dayısı hakkında tek bir laf ettirmesin neye yarar. Namuslu bir şekilde cahıraş çalışmanın, azıcık aşa kanaat edip, onca dayağa ve hakarete sessizce katlanmanın cezası daha çok yük sürme, aşağılama ve kızıyla sessiz soluksuz, kıyıda köşede yaşadığı hayatını daha çok zindana çevirmekten başka işe yaramıyordu.

Ayşanın adı pise çıkmıştı çıkmasına ama, o kadar lafı işitmesine rağmen gesiyi çamaşırı bedavan kim yuyup evi kim temizleyecek. Ayşa koş evi temizle, koş ekmek yap, koş gesiyi yıka diyip, çifte gelinler kadını gün boyu deli divane gibi kendi evleri arasında koşturup dururladı. Aslında Ayşa ikisinden de yaşça büyüktü ona aba demeleri gerekirdi ama, kadın bundan da geçmişti zaten. Kendine eziyet edip laf söylemeseler o bile yeterdi.
Birgün yine Zala Ayşayı evine çağırmış “Ayşa geliver şu halının altını üstünü bir kaldırıp evini temizileyiver” demişti. Tam Ağa eve geleceği sırada ya evi kaldırır ya da olur olmadık işleri çıkarıp adam doğru dürüst yemek yapmazdı. O akşamda Ağa yine Zalanın evine geleceği için akşam ezanına doğru Zala patır patır ocakta papara pişirmeye durmuştu. Durmuş durmasına ama Ağanında en sevmediği yemek papara, hatta yemek bile değil. Zalanın evine onca sebze meyve getirir ama her seferinde önüne ya papara ya pilav koyar. Ayşenede paparayı pişip Ayşayı çağırmış “Ayşa şunu gidip sofraya koyuver diye” Ateşten yeni inen kızgın tavayı tutan Ayşa kapıda Ağasıyla karşılaşır adam paparayı görünce”Lan Gara übük yine mi papara” diyip tavaya öyle bir tekme atmış ki tavadaki kaynar su öylece Ayşanın başından devrilip kadıncağızın yüzünü haşlamış. Kadın “Anam Yüzüm yandı, yüzüm yandı diye” feverane edince ağası tavayı taşıyanın Ayşa olduğunu, Zalanın hemen arkasında saklandığını farketmiş. Bir yandan hem kızgınlığı artmış hemde kardeşimi haşladım diye suçlanmış.
-Aman gardaşım sen miydin, ben Gara übük zannettim dur sana melhem sürelim diyip, kendince kadının gönlünü almaya çalışmış.
Acızık ilgi biraz merhem, hop yeter bu Ayşaya deyip ertesi gün yine dönmüş eski huyuna. Huylu huyundan vazgeçer mi, adam daha dün kadını haşlamıştı ama, yine kadına kös kös bakıp, işçisi gibi davranmaya devam etmişti.
İşte bunca hengamenin, çekememezliğin arasında bu görücüde tam isabetli bir zamanda gelmişti. Zaten adam kardeşine bile zor katlanıyordu bir de kızı Güssümü çekemezdi. Büyüyüp geliyor neme lazım oğlanlardan birine takılır, çok uzatmadan kör topal kim gelirse verip savuşturmak lazımdı.
Çobanada bu düşüncelerle sordu görücüleri. Eğer çoban “Ağam bunlar uğursuzun hırsızın tekidir sakın verme” dese bile kulağı duymayacak kızı hemen verecekti. Ama Allahtan çoban “Temiz fukaralar ağam, yalnız oğlan biraz kekeme gibi konuşur, birazda ağır işitir yinede sen bilirsin” dedi. Ağa çokda düşünmedi, tabi ben bilirim dedi ve gerisin geri Ayşanın evine gitti.

Tak tak kapıyı çaldı, sekmende içeri girmeden hemne lafa girdi.
-Gelenler iyi bir kısmetmiş temiz insanlarmış, Kadınlara gelince deki bizim için münasiptir, erkekleriyle gelip kızı istesinler
Ayşanın Güssümü, Ağasının oğullarından birine vereceğine dair olan son umududa o an uçup gitmişti ve
-Tamam ağa sen nasıl münasip görürsen dedi ve ağasını yolcu etti.

Ertesi gün kadınlar neredeyse daha gün yeni sökerken çıka geldiler. Maksatları belkide evi ansızın basıp kadının temizliğini ölçmek ve erken kalkıp kalkmadıklarını bilmekti. Keşke bilselerdi, Ayşayla kızı yıllardır şafak yıldızıyla uyanıyor, çoğu zaman yataklarını bile sermeden eğirdikleri yumaklara başlarını koyup uykularını öyle alıyorlardı.
Ayşa kadınları içeri buyur etti, kadınlar busefer lafı dolandırmadan pat diye açıverdiler.
-Ayşaba bizim hayırlı iş noldu, danıştın mı Ağana
-He ya danıştım Fadime, Ağam uygun gördü inşallah kısmetse olur, münasip bir zamanda beyinle birlikte buyrun gelin dedi.
Fadime Ayşabadan olur cevabı alınca birden kararıp kararıp geçen yüzü aydınlandı ve içinden bir oh çekti. Sonunda Asımını everip çırası yakabilecekti. O demesinde kim oh desin. Kadıncazın oğlan askerden geldğinden beri beri eltisiyle gitmediği ev, çalmadığı kapı kalmamıştı. Asımına kız bulacam diye az mı çarık çorap eskitmişti. Ama Allaha şükürler olsundu, sonunda eli yüzü düzgün bir kısmet bulmuştu. Kız biraz oğludan küçük, çocuk denecek yaştaydı ama kendiside o yaşlarda gelin olmuştu. “Çocuklarıyla birlikte büyür” diye düşündü. Etraftan Güssüm için pek iş güç bilmez diyolardı ama “Gelin kaynanasının eğesinde yetişir, ben ona öğretirim” dedi kendi kendine. Daha Ayşabanın evinden kalkmadan kafasında Asımını evlendirmiş ilk torunun kucağına bile almıştı. O an ondan bahtiyarı yoktu, evine seke seke gideceksin deseler, çocuk gibi seke seke giderdi.
-Tamam Ayşaba biz yine bizim heriflerle size bu perşembe geliriz.
-Haydi Allahaısmarladık, selametle deyip, uçar gibi koşar gibi Ayşabanın evinden ayrıldılar.

Eğelim Bükelim Ayfer

İlti: Elti
Tezektirmek: Göndermek
Mimlemek: İşaretlemek, kafasına koymak
Safdirik: Saf
Zala: Zeliha


No comments:

Post a Comment