Tuesday, May 23, 2017

SÜREYYA İLE BÜYÜK AYI

Bir varmış bir yokmuş (Once upon a time), bir zamanlar içinden nehir geçen bir köy varmış. Seksen sekiz köylünün bir kısmı nehrin öteki tarafında diğer bir kısmınında beriki tarafında yaşarmış. Bu köyde birde mutlu mesut yaşan yedi kız kardeş varmış. Bu kız kardeşlerin hepsi birbirinden öyle güzelmiş öyle güzelmiş ki, boğa gibi kuvvetli babaları onları hep sol omuzunda taşırmış. Gün olmuş zaman geçmiş, kız kardeşlerden en büyüğünü amansız bir hastalık yakalamış. Hastalığın şiddetiyle zamanla zayıflamış, bir deri bir kemik kalmış yavrucak. Boğa babası evladının derdine deva bulmak için,  arabacıyı çağırıp köyün kendi tarafındaki yakasında ne kadar hane varsa kapı kapı dolaşmış. Nehrin kenarında oturan ünlü hekim koça, bilge balığa ve hatta elinde şifalı bir et olur diye avcıya bile gitmiş ama bir türlü deva bulamamış. Hastalığı iyice ilerleyen kız, artık ışık ne de gülücük saçar olmuş. Birgün diğer kız kardeşleriyle nehre su almaya giden baba hasta kızı evde yalnız bırakmak zorunda kalmış.  Uzaktan uzağa hep yedi kızı gözetleyen iri kıyım ayı, bunu fırsat bilip hasta kızı kaçırmış. Boğa babası sudan gelip kızını bulamayınca, diğer kızlarıyla birlikte düşmüş ayının peşine. Düşmüş düşmesine ama yol gittikçe büyük ayıda gitmiş ve bir türlü yakalayamamış. O gün bu gündür yakalanamayan büyük ayının adı "yedi haydut"(1), artık en büyük kardeşleri olmayan kızların adı da kimine göre Peren, kimine göre Pervin, kimine göre de Süreyya ve Ülker olmuş. 

Yazık bu kızlara ve babaya, allahın cezası ayı diyenlere işin esasını anlatalım. Olay aslında gökyüzünde, uzay boşluğunda geçiyor. Hikayedeki karakterlerden ise Yedikız kardeş: "Ülker yıldızı", boğa gibi kuvevtli baba: "boğa takımyıldızı", yedi haydutta: "büyük ayı"dır. Bu kız kaçırma olayının esası ise bundan çok evvel (Babiller zamanı), ülkerin yedi yıldızıda net olarak görülebiliyormuş ama şu an yıldızlardan sadece altısını görebildiğimiz için böylebir kaçırılma hikayesi uydurulmuş. Yılın bazı zamanlarında büyük ayı (ursa major), boğaya yaklaşıp uzaklaştığı için, kızı kaçırsa kaçırsa bu kaçırır demişler ve işte dilden dile dolaşan bu mitoloji oluşmuş.

Havaların ülker fırtınası nedeniyle soğuk gittiği bu günlerde (Mayıs 18-22 civarı) ülkerin doğumundan bahsetmek istedim. Ama bu sefer biraz mitolojik biraz bilimsel bir bahis olacak. Olayın bilimsel bahsine gelince son zamanlarda keşfettiğim, astronomi ve uzay üzerine güzel bir site var, Fourmilab. Siteye girenler farkedektir, sitede online akıllı gökevi (interactive planetorium) var. Akıllı gökevine bulunduğunuz şehrin koordinatlarını girdiğinizde gökyüzünde bulunan gezegenleri ve takımyıldızları rahatlıkla gözlemleyebiliyorsunuz.

Tam bu günlerde ülkerin (M45) doğuşunu göstermek için Mayısın 17 ve 23 'ne göre gökyüzü fotoğrafı aldım. Ayın 17'sinde ülker henüz güneşin arkasında iken 23'ünde güneşin önüne doğru gelmiştir. Muhtemelen bir kaç güne kadar, gün doğumu esnasında güneşin kuzeyine doğru net olarak görebiliriz.


Şu altı kız mı yedi kız mı adı herneyse, yazın gece baksam nasıl görünür diyenlerede işte cevabı (2)


Birazda ülkerin güneşe göre olan görüntülerini aldığım sitenin kullanımından bahsedeyim. Gökyüzüne ilgili olup, takımyıldızları ve gezegenleri merak edenler için kısa bir örnek yapalım.
  1. /www.fourmilab.ch/yoursky/ adresine tıklayalım
  2. "Observing site" kısmından örneğin Ankaranın enlem (Latitude) ve boylamını (Longtitude) girelim: Latitude: 40 North, Longtitude: 33 east.
  3. "Make Sky map" e tıklayalım
  4. Oluşturulan ilk harita kargacık burgacık olduğu için biraz bir iki değişiklik yapalım:"Boundaries" teki tiki kaldıralım, "Image size" 1000 pixel yapalım ve "Font size"ı 0.5 yapalım.
  5. Örneğin Eğer gece 3 te gökyüzü nasıl olcak diye merak ediyorsanız "Universal time" kısmından örneğin 2017-05-23 00:00:00 yazalım (Türkiye +3 UTC geride olduğu için 0 UTC'ye  göre saati yazıyor) (3)
Akıllı gökevine baktığınızda doğan batan yıldızlar, ve gezegenler sizi efkarlandırırsa hiç korkmayın yalnız değilsiniz. Televizyonun ve internetin olmadığı devirde, insanların en büyük eğlencesi, gökyüzündeki açık hava sinemasıydı. Hayal gücününde muhteşem katkısıyla, doğan ve batan her yıldız, tek tek birbirine iliştirilmiş ve sonra şöyle bir bakılmış, acaba bu neye benziyor diye. Demişler ki, iki boynuzu gibi birşeyi var bunun adı boğa (taurus) olsun. Şu altta kollarını açan takımın adı avcı (orion), şu üsttekininki de arabacı (auriga) olsun. Artık ster boğayı, taşısın ister yedi kızı demişler. İşte al sana 88 takımyıldızının (constellation) ve yunan mitolojisinin çıkış hikayesi.

Aa dostlar kör olasıca herif kaçırdı gül gibi kızı diye bağırmadan önce, dur bir dinle teyze! Aslında olay yukarda bir yerde geçiyor. Ayrıca, laf aramızda kalsın köylülerin dediğine göre kızında ayıda gönlü varmış, kendi kaçmış diyorlar. Ayı kızı istemiş babası vermeyince sevdasından yataklara düşmüş diyorlar. Baba nehre suya gidince kız bunu fırsat bilmiş kendi kaçmış diyorlar. Ben dedikoduyu sevmem ama, inan 88 köylünün dilinde bunlar vallahi!


Kaynak

Monday, May 22, 2017

GOŞAN (KOŞAN)

İç anadolunun vazgeçilmez dönüştürme isteği kelimelerde de karşımıza çıkar ve yöremizde "K"lar söylene söylene "G" ye dönüşür. Normalde "koşan" dememiz gerekirken, dilde eğreti durduğu için,  e birazda yöre diline olan yatkınlık sebebiyle halk arasında "goşan" denir. Ama yazarken, yazımda eğreti durduğu için ben de "koşan" olarak devam edeceğim.

Koşan kısaca, koyunların sağılmak üzere karşılıklı olarak bağlanıp sabitlenmesidir. Kısacası buda uzuncası nedir diyenlerede uzuncasını aktaralım.

Öğleyin eve gelip suyunu içen koyunlar, sağma işleminin başlaması için birbirinden seçilir. Seçme derken bayağı "Sen erkeksin oraya, sen dişisin buraya, sen bu yıl kuzulamadın, oraya!" diye birbirinden ayrılır. Ama ne ayrımcılık ne ayrımcılık sorma gitsin! Ayrımcılık bir yana seçimin ana maksadı, sağım sırasında koşuma sadece sütlü hayvanların katılabilmesi ve sağımın hızlı bir şekilde yapılabilmesi için yoz ve sağmal davarın birbirinden ayrılmasıdır. Normalde yoz ve sağmal olan koyunlar, birazda yaşın verdiği tecrübenden de olsa gerek, sağım sonu yatacakları yere ayrı ayrı giderler. Ama bazen de, işte tecrübesizliğin gözü kör olsun, yatacağı yeri karıştıran koyunlarda olur. Bunu önlemek için, koyunun su içtiği havuzun kuyuya uzak olan ucuna, iki kişi durur ve gideceği yeri karıştıran koyunları hemen kendi grubuna yönlendirilir. Örneğin henüz bir yaşındaki kuzular (toklu) yeni yetme oldukları için genellikle gideceği yeri tam olarak kestimezler ve bazen sağmalların arasına karışırlar. Eğer olaki yanlışlıkla bir toklu sağmal içine koşulursa, sağıma alışkın olmadığı için zıp zıp zıplar ve koşana koşulan diğer ağır ve oturaklı koyunlarıda, sabit durmadığı için, rahatsız eder. Dolayısıyla genç ve tecrübesiz davar yerini yurdunu sık karıştırır.

İlkbahar aylarında suyunu içen sağmallar hiç vakit kaybetmeden koşana giderken, yazın ise bir süre dinledirildikten sonra koşulurlar. Koyunlar sağıldıktan sonra koşan koyrulur (koşan ipinden hayvanlar çıkarılır) ve kuzuyla anaları emiştirilir. Genellikle serbest kalan annelere kuzuları meleye meleye gelir ve annelerini sürü içinden bulup emmeye başlarlar. Ama bazen, karakter bu ya, kendi kuzusunu emzirmek istemeyen annelerde olur ve bunlara "deli şişek" denir. Anne isminin hakkını tam olarak verecek ya, deli gibi kendi kuzusundan kaçar onu emmesin diye tekmeler. Huysuz bir anne olduğu için ve kenarda aç bir yavru beklediği için mecburen çoban anayı tutar ve kuzunun emmesini sağlar. Ne yazık ki bu emdirme süresi kuzu için yeterli olmaz. Çünkü, eğer annesi sakin hanım hanımcık olsaydı, kuzu annesini dura dura emecekti. Ama tek seferde yapılan emdirme, kuzuya yetmediği için karnı bir türlü doymaz ve kedisini emdirecek gönüllü "süt anneler" aramaya başlar. Bazen bunu meslek haline getirip her annenin sütünü tatmak isteyen, doysa da tekbir anneyle yetinmeyen kuzularda olur ve bunlara "yiğe" denir.

Sürü içinde bazen "Deli şişek" annelerin aksine, kendisinin bile olmayan kuzuları kabullenen  anaç "anafurcu" koyunlarda olur. Ama işte onun bunun kuzusunu beslemekten sütü azalan koyunun, kendi kuzusuna sütü yetmez ve zayıflayan kuzu "hırık" düşer. Oda annesinden tam beslenemediği için onu emzirecek başka gönünllü anneler aramaya çıkar ve oda "yiğe olur". Nihayetinde iki uç karakterdeki, "deli şişek" anneyle, "anafurcu"  annenin kuzuları bir türlü doya doya kendi annelerini ememedikleri için, ikiside "yiğe" olur ve o anne senin bu anne benim diyip sürüde tatmadıkları süt denemedikleri anne bırakmazlar. Birbirleriyle geçinmesi çok zor olan bu zıt karekterli anneler için, evlatlarının bu kadar benzemesi muhtemelen bu çok talihsiz bir durumdur.

Kuzuların anneyi emmesi bitince, bu sefer anadan kuzu seçilir (ayrılır), kuzu çardağa kapatılır ve sağmal davar yoz ile karışıtırılarak kıra çıkartılır. Tamamen otlanıp karnı doyunca akşama doğru gerisin geri çardağa döner.
Uzun lafın kısası, ne gündü ama!



--------------------------
EĞELİM BÜKELİM AYFER
Anafurcu: Kendisinin olmayan kuzuyuda emziren daha saki tabiatlı koyun
Ağır: Ağır başlı
Goşan: Sağmal koyunların örkenle birbirine bağlanıp sağım için hazırlanması. K nin yumuşatılması ile  zamanla goşan halini almıştır.
Hırık: Zayıf, cansız,çelimsiz
Kıra çıkarmak: Yerel şived edoğru söylenişi "Gıra çıkarmak" olan koyunları merada otlatma işlemi
Örken: Goşan esnasında sağmal koyunları boğazlarından birbirine karşılıklı olarak bağlanmasını sağlayan, yünden eğrilip kalın bir şekilde örülen örgü ip.
Eğirmek: Keçiden koyundan kırkılan yünlerin ip haline dönüştürülme işlemi. Eği ( yünü inceltmede kullanılan İnce uzun çubuk,), ağırşak ( Eğinin dönerken hız kazanması için ucuna takılan ahşaptan yapılıp eğinin içine oturabileceği bir deliği olan yarım küre şeklindeki alet), sağsı (Eğinin kolayca dönmesi için tabanın konan küçük tabla. Dönme işlemi kolay olması oyulan ahşap tahtaya katran dökülür ve kulpu kırılan kaşık içine oturtulur. )
Sağmal: İçinde bulunduğu senede kuzulayan ve sağılan koyunlara denir
Sağancı: Koyunu sağan kadın
Seçilme: Yoz koyunların sağmaldan ya da kuzuların annelerinden ayrılma işlemi. Hergün yayılımda ve su içmede bileşen koyunlara uygulanan birbirinden ayırma işlemi.
Şişek: İki yaşını tamamlayıp kuzulayan dişi davara denir.
Toklu: Bir yaşını tamamlamış erkek kuzuya denir
Tülü: Yumuşak olması için kaba ve uzun ilmekli olan dikdörtgen şeklide elde dokunan, tüylü ve küçün halı. Elde dokunan halıya göre renksizdir. Keçiden koyundan kırkılan yünler eğrildikten sonra boyama yapılmadan dokunur.
Oturaklı: Nerde nasıl davranacağını bilen, ağır başlı
Yayılım: Koyunun otlatılması
Yeni Yetme: Henüz yetişmiş, genç tecrübesiz
Yiğe: Her koyundan süt emmeye çalışan kuzu. Hertafa girmeye sokulmaya çalışıp yemi, bostanı yiyen koyun
Yoz: kuzulamayan ve kısır dilerlerle erkek davarlara denir)

ÜLKER FIRTINASI

Bir yıldız topluluğunun doğuşu, köyümüzün hava durmunu nasıl etkiler hala hiç aklım almıyor ama ülkerin doğuşu sırasında olan fırtınalarla ilgili birkaç hatıramı paylaşacağım.

Mayısın son on gününde ekinleri, başakları vuran bir fırtına olur. Aylardan mayıs değilmiş gibi hava kararır, buz keser ve bahar ortasında kışı yaşatır. Tarih boyunca, ailesini ve malını korumak isteyen insan, yılın belli günlerinde tekrar eden fırtınaları aklının bir köşesine yazmış ve kaydetmiştir. Ola ki, diğer fırtına zamanında hazırlıklı olsun, ansızın yakalanmasın.

Yine ülker fırtınasına rastlayan günlerde, otlatmak için, babam sürüyü sabahtan  kıra çıkarmıştı. Koyun bu, sadece ot yiyeyim başaklara bulaşmayım diyecek hali yok ya, babam sürüyü güderken, meranın yakınında bulunan ekine koyunlar kaçmış. Olacak işte, havanın da bozacağı tutmuş ve ekine kaçan koyunlar, buğday ambarına düşmüş sırçan gibi, o kadar çok yemişler ki hepsinin karnı şişmiş. Normalde sabahleyin yayılımını bitiren koyunlar, öğlene doğru su içmek için hergün geldikleri yoldan kuyuya yönelirler. Ama o kadar çok başak ve ot yiyip şiştikten sonra birde üzerine su içip patlamasınlar diye babam kuyuya yönelen koyunların önünü kesmiş. Su içmek için kuyunun yolunu tutan bir sürü hayvan nasıl engel olacaksın ki. korkut ürküt nereye kadar. Koyunlara feragat getiremeyen babam, yardım etmesi için köye anneme haber etti ve bir kaç köylüyle birlikte annem üzerine sumat alıp babamın yanına gitti. Ne kadar zahmetli zor birgün, koyun ekine kaçmış hava fırtınaya dönmüştü. Soğuk hava olduğu için koyun olduğu yere kürnedi kürnemesine ama, akşama kadar kuyuya gelmesin diye başında beklemişlerdi. Koyunda da bir zaman kavramı olacak ki, sulama vakti geçip yayılımvakti gelince, tekrar otlamak için kırın yolun tutar. İlginçtir arada su içme adımını atladasada, yayılım zamanı gelince doğru meraya yönelir. Koyun meraya yöneldikten sonra rahatlayan annem artık eve dönmüştü. 
Dönmüştü dönmesine ama kadar çok ıslanmıştı ki, sırtındaki sumatı sıksan bir leğen su çıkardı. Köy evi işte evde de ne kapı var ne baca, sadece soğuk havalarda kapıya kilim tutulurdu. İşin enteresanı evde soba da yoktu. Nedense köye soba gitmezdi. Nisan ayında merkezdeki evin sobası yunur ve kaldırılırdı. Aslında fakirliğin gözü kör olsun soba moba ne arayacaktı. Bir sobaydı elde olan oda kışın kullanılırdı. Artık bundan mıdır bilmem soba götürmezdik. Bu nedenle ülker fırtıları çok zor geçirirdik.

Diğer bir ülker fırtınası hatıram ise çocuklarımın küçük olduğu zamana rastlar. Köye sağancı olarak göçtüğüm sırada  hava döndü üç gün buz gibi soğuk olmuştu. Hava soğuk olmasına soğuk ama eve su lazımdı. Bende, akşam ezeni (ezanı) vakti, kuyudan su getirmeye gitmiştim. Ev tek göz, kapı derme çatma. Üşümümesinler diye çocukları tülüye sarmıştım.  Ben gelene kadar o kadar çok üşümüşlerki kızım "kuzineyi niye getirmediin, kuzineyi niye getirmediin." diye çok ağlamıştı. Neden bir kuzineyi de köye götürmediysem, işte vazgeçilmeyen ve sorgulanmayan alışkanlıklar.


EĞELİM BÜKELİM AYFER

Akşam ezeni:Akşam ezanın okunduğu vakit, eskiden saat yaygın olmadığı için insanların vakti belirlemede kullandığı yöntem
Gığ: Ufak koyun gübresi, saçgı tipidir, tutuşturmada kullanılır.
Güğüm: İbriğin büyüğü metal su kabı
Gütmek: Koyunu merada otlatmak
Kıra çıkarmak: Yerel şived edoğru söylenişi "Gıra çıkarmak" olan koyunları merada otlatma işlemi
Kilim: Renkli yün iplerden ,ilmeksiz olarak, dokunan ince halı
Kuzine: Soba. Fırın ve yakacak malzemenin yakıldığı kısmı olmak üzere iki bölümden oluşur. Metal silindirik kovasına yakılacak malzemeler (kerme, gığ, yavşan, ölemez) doldurulur ve kuzineye yerleştirildikten sonra tutuşturulur. Fırın kısmında özellikle kış aylarında patates ve patlıcan közlenir, üzerinde güğümlerle su ısıtılır ve kestane patlatılır.
Kürnemek: Koyunların çok soğuk ve sıcak havalarda birbirine sokularak toplanması. Koyunlar kürnediğinde yayılmaz.
Sumat: ince beyaz yünden dokunan nakışsız dokuma bez
Sırçan: Küçük fare
Tülü: Yumuşak olması için kaba ve uzun ilmekli olan dikdörtgen şeklide elde dokunan, tüylü ve küçün halı. Elde dokunan halıya göre renksizdir. Keçiden koyundan kırkılan yünler eğrildikten sonra boyama yapılmadan dokunur.
Yayılım: Koyunun otlatılması
Yumak: Yıkama işlemi. Yunma: Kendi kendini yıkama Yuma: Birşeyi yıkama





Saturday, May 20, 2017

AY VE GÜNEŞ AĞILI (HALESİ)

Eskiden koyun güderken nenemin yaptığı hava tahmini paylaşmak istiyorum. Nenem ayın ve güneşin etrafında oluşan halelelere (dairelere) bakarak hava durumunu çıkarırdı. “Ay ağıllıysa ağılını bolalt (Ayın etrafında hale varsa hayvanların yattığı yeri (burayada ağıl denir) genişlet)”, “Gün ağıllıysa ağılını daralt (Tedbirini al hava yağabilir, hayvanları çardağa al)”. Tabi burada ağıl hem ay ve güneşin eyrafındaki hale anlamına gelir hem de hayvanların yattığı yere denir. Televizyonun olmadığı ve radyonun yeni çıktığı Eskiden koyun güderken nenemin yaptığı hava tahmini paylaşmak istiyorum. Nenem ayın ve güneşin etrafında oluşan halelelere (dairelere) bakarak hava durumunu çıkarırdı. 
“Ay ağıllıysa ağılını bolalt (Ayın etrafında hale varsa hayvanların yattığı yeri (burayada ağıl denir) genişlet)”
“Gün ağıllıysa ağılını daralt (Tedbirini al hava yağabilir, hayvanları çardağa al)”. Tabi burada ağıl hem ay ve güneşin eyrafındaki hale anlamına gelir hem de hayvanların yattığı yere denir.
Televizyonun olmadığı ve radyonun yeni çıktığı zamanlarda nenemin aya yıldıza bakarak yaptığı tahminler genellikle doğru çıkardı.


HİYERİİİ!

Yaylaya çıktığımız köy, dağ köylüklerine yakın sayılırdı ve birçok dağ köylüsünü yakından tanırdık. Meramız aynı olduğu için otlatmaya götürdüğümüz koyunlardan bir kısmı onların tarafa kaçardı bizde aramaya giderdik. Birgün yine öğlen vakti koyunu sağıp kuzuyu emiştirdik, kuzu seçildi (yani anasından ayrılmaya seçilme denir) ve kıra otlatmaya çıkarıldı. Babam "Kuzu biraz yayıla dursun, elimizdeki işi bitirelim" dedi. Biz elimizdeki işi bitirene kadar yayılmaya çıkan kuzu, oldukça uzun bir mesafe katetmiş ve bir süre sonra bakmaya gittiğimizde sürüyü bulamadık. Sürünün dağ tarafına gittiğini tahmin eden babam "Hadi gidinde şu dağ köyüne bakın gelin" dedi kardeşlerime.
Onlarda ikisi birlikte köye kuzuyu sormaya gittiler.
Dağ köylülerinin konuşmaları bize hep komik gelmiştir. Burada tava tavaya dibin kara seninki benden kara demek istiyorum, bizim konuşmamızda öyle ahım şahım değildir. Türkçeyi çeke büze "K"ları "G" yaparak, dili kuşa çevirerek konuşurduk ama, koyunun olmadığı yerde keçiye abdurrahman çelebi derlermiş, onların konuşması bize daha komik gelirdi. Konuşurken kelimeleri uzatıp vurgulamaları, birbirlerine seslenirken "hiyeri" gibi kendilerine özgü kelimeler kullanmaları en çok dalga geçtiğimiz konulardı.
Kuzu aramaya giden kardeşlerimden biri oldukça muzav (espirili) olduğu için motordan inince hemen onlar gibi konuşarak
"Hiyerii (falanca) bizim çara (kuzu) gayboldu, buraya geldi mii, gördünüz müüü" demiş. Koyun sağan kadınlar, şalvarın paçalarını sıyırıp kalkıvermişler ve "Yok hiyerii yok gelmediii gelmediii" demişler. Bizimkilerin onların konuşmalarına öykünmesi, kızına damat arayan bir kadına çok sıcak gelmiş ki olcak ki motora yanaşmış ve büyük kardeşime sormuş "anan sana nişan godu muu (Annen sana nişan koydu mu)?" O da kadına "Gomadıı (Koymadı)" demiş. Allah bilir bizim sürüler bir kaç defa daha dağ tarafına kaçsalardı dağ köylüsü kadın, kardeşime kesin bir nişar "Gordu".

MANTUZ (MALTIZ)


Eskiden yaylacılık için mart nisan gibi köye göçerdik. İlçedeki evi ve sergilerini (halı, kilim, kebe) toplar, yaz evine sermek için götürürdük. Yaklaşık yedi ay kalacağımız ev (Nisandan Ekime kadar) ya bir samanlık olurdu ya da koyunların yattığı çardağın bir köşesi. Köye göçtüğümüz ilk gün, kalacağımız yer çamur yapılır ve cılalanırdı. Cıla ve temizlik tamamlanınca yataklarımızı üst üste koyarak "yük" yapardık ve yüzünü "sumatla" kapatırdık. Yük önüne,oturmak için, kilim serip yastık dayardık. Mutfak eşyası olarak da temizlenen köşeye, ıprık (ibrik), güğüm, gaz ocağı konurdu. 
Samanlığı temizleyip bir eve benzetince annem "Yaz gelince yazı yaban yurt olur, ak sürüye kara koyun kurt olur." derdi. O zaman küçük bir köşenin bizim için eve benzediği bir andır.
Evin genel büyükişleri tamamlandıktan sonra, gaz ocağına ek olarak dışarda da yemek pişirebilmekiçin "mantuz" yapardık. 
Yaz evinin en önemli malzemesi olan mantuzun yapılışı da şöyledir: Alt kısma bir teneke kapak konur ve bu kapak üzerine samanla karıştırılmış koyu bir çamurla, oval bir şekilde duvar örülürdü. Daha sonra orta kısmında duvarlar üzerine 3 delik açardık ve dış yüzünü cılalardık. Kuruduktan sonra içine kerme, saçgı koyup ateşi yakardık ve üstüne guşhane ya da çencire koyup yemeğimizi yapardık. Yemekten sonra çaymızıda aynı kor ateşte demlerdik, yani ateş sönene kadar ne kadar su ısınacaksa ısıtırdık.
Daha sonra asirileştiğimiz için mantuzumuzu tamamen tenekeden yapmaya başladık. Teneke mantuzun yapılışı da şöyleydi: Yaklaşık 20 lt'lik tenekenin üst kapağı tamamen çıkarılır ve daha sonra ızgara görevi görmesi için üzerine çiviyle bir sürü delik açılır. Daha sonra teneke gövdesinin, ortasına gelecek şekilde, köşelerinden 4 tane delik açılır ve çiviyle delinen kapak bu kısma kadar itilir. Kapağın sabit durması için, açılan köşe delikleriyle kapak deliklerinden tel geçirilerek kapak gövdeye sabitlenir. Teneke gövdesinin alt kısmına da, ateşi körüklemesi için bir kapı açardık. Daha sonra içine yakacak ve tutturacak (yavşan, ölemez, yalankı) konularak yakılır ve yemek pişirilirdi.
En önemli işlerden biri olan mantuzu yaptıktan sonra, gündüz sağılan sütle akşama çökertme, sütlü ya da bulama gibi yemekler yapılırdı. Yemek dediysem, çorbası tatlısı olan tam teşekküllü bir sofradan bahsetmiyorum. Elde avuçta olanla yapılan, mutevazı ama lezzetli ve tek çeşit bir yiyeceğin bulunduğu bir sofraydı bizimkisi.
Çardağa koyun kuzu alınır, tavuklar kümese kapatılır, köpekler yallanır, eşekler bağlanır ve sonra akşam yemeği yenir. Ertesi gün yine aynı koşturmaca devam edeceği için hemen yatılırdı. Artık uyu uyuyabilirsen yedi ay boyunca aynı tempo!



EĞELİM BÜKELİM AYFER

Ağız sütü: Koyunun kuzuladıktan sonraki ilk sütü, yoğun kıvamlı olur
Asirileşme: Asrileşme,modern olma, devre ayak uydurup devrin yeni malzemelerini kullanma
Bulama: Soğuk süt yumurta ile çırpılır ve yavaşça karıştırarak pişirilir. Ağız sütü kıvamında olur
Cıla: Kis toprakla, beyaz kumun karışımıyla yapılan sıva tipi
Cıla yapmak: Çamurdan sonra leğene karılan cılanın, bir bezle duvara sürme işlemi
Çencire: Büyük tencere
Çamur yapmak: Duvarda bulunan yıkık yerleri, saman ve sağ toprak (çamur için kullanılan toprak) karışımından yapılan çamur ile kapatma işlemi
Çökertme: Pişirilen süte yufka basılır
Kerme: Koyun gübresi
Saçgı: Tutuşturmaya yarayan ufak tefek çerçöp,saman, gığ.
Gığ: Ufak koyun gübresi, saçgı tipidir, tutuşturmada kullanılır.
Guşhane: Ufak tencere
Güğüm: İbriğin büyüğü metal su kabı
Kis toprak: Cıla toprağı olarak kullanılan verimsiz toprak
Senit: Ekmek yapılan düz ahşap plaka
Sumat: ince beyaz yünden dokunan nakışsız dokuma bez
Sütlü: Sütlaç 
Tekne: Hamur yoğurulan ahşap leğen
Tutturacak: Yavşan, ölemez, yalankı gibi tutuşturmaya yarayan kurumuş bitkiler
Yük: Yatak, ve yorganların üst üstü serilmesiyle oluşturulan kübik yığın.
Yallamak: Köpeğe yemeğini vermek